Tuesday, July 14, 2015

Lizbon'a Gece Treni





Bazı kitaplar vardır okumaya başladığım anda tüm benliğimi,dikkatimi,düşüncemi iç dünyama yuvarlar ve  ruhumla sohbet ettirmeye başlatır. Vır vır vır konuşurum içimden sürekli o süreçte. Kimselere kuramadığım cümleler kurar, yaşadığım gerçeklikten fersah fersah uzaklaşırım. Çok nadir buluyorum böylesini. Bitirmek istemiyorum. Yazarı merak ediyorum, nasıl birisidir, nasıl bir hayat yaşamıştır. Tanışabilseydim eğer kitaplarından tanıdığım ölçüde yakınlık hissedebilir miydim? Yoksa her insanın kendisini dış dünyadan saklamasına maruz kalır ve mahrum mu kalırdım bunca içsel konuşmalardan?

Lizbon'a Gece Treni ani bir aşk gibi oldu benim için. Tavsiye almadım, hakkında nasıl olduysa hiçbir şey duymadım, tesadüf gördüm ve okumak istedim. İyi ki de karşılaşmışız geç de olsa. 
Lizbon'a Gece Treninde  içsel yolculuğa çıkan kişi Raimund Gregorius İsviçre'nin Bern şehrinde bir lisede eski diller öğretmeni olarak yıllarını vermiş. Hayatında değişiklikten hiç hoşlanmayan okuduğu liseye öğretmen olarak dönen ve orada hayatını geçiren,düzen adamı,kitap kurdu,meslektaşlarının Papirüs lakabını taktığı sessiz sakin kahramanımız bir sabah okula giderken her zamanki rutinini bozacak bir olaya maruz kalır.Şiddetli yağmurun altında köprüde intihar edeceğini düşündüğü Portekizli bir kadınla tanışır ve dengesi alt üst olur. Hani bazen hayatınızda somut hiçbir şey olmamasına rağmen bir dönüm noktasına geldiğinizi hissedersiniz ya Gregorius tam da bu hislere kapılır. Dersine başladığında 30 yılı aşkın öğretmenlik yaptığı okulda öğrencilerini inceler ve "Önlerinde daha ne kadar uzun bir hayat var; gelecekleri ne kadar açık; daha başlarına neler gelebilir; daha neler yaşayabilirler! " diye düşünür. Masanın üstünde açık halde kitaplarını ve çantasını bırakıp sınıftan çıkar gider.

 Gregorius'un gizemli kadının ağzından dökülen kelimelerin büyüsüyle kitapçıya girmesi  orada adını ilk defa duyduğu Amadeu de Prado'nun  Portekizce kitabının kendisine hediye edilmesine yol açar. Evine gidip kapılarını kilitler ve kitabı okumaya başlar. Okuldan, arkadaşlarından gelen ısrarlı telefonlara yanıt vermez. Sonunda eşyalarını toplar, okulun müdürüne bir mektup yazar ve Lizbon'a tren yolculuğuna başlar. Amedeu'nun kitabından öyle etkilenmiştir ki okuduğu her cümlede sanki kendisine yaşadıklarına sorguladıklarına göndermeler yapıldığını hisseder. Bu tespitleri yapan muhteşem yazarla tanışmak ve onun hayatını öğrenmek için Lizbon'a varır. Aristoktat bir aileden gelen entelektüel yazar, doktor, romantik devrimci asil Amedeu Prado'nun yaşamı ,arkadaşları ,ailesi,cümleleri kahramanımız  Gregorius'u büyülü bir içsel yolculuğa sürükler. 
Bazen akışı zorlaşsa da her cümlesi ayrı güzel ,üstünde düşünmek isteyeceğiniz bir kitap Lizbon'a Gece Treni. Bazen kendinizi Gregorius'un bazen Amedeu'nun yerine koyuyorsunuz. Bazen de bütün düzeninizi bırakıp gidebilmek gibi deli bir tutkuya kapılıyorsunuz. Eğer okumaya karar verirseniz kitapta belki kendi kendinize sorguladığınız bir çok düşünceyle karşılaşacaksınız, hayatları boyunca birbirlerine söyleyemediklerini mektuplara döken insanları tanıyacaksınız. Benim aklıma da bazı insanlara mektup yazmayı düşürmedi değil. Orijinal adı Nachtzug nach Lissabon olan kitabın yazarı Pascal Mercier. Lizbon'a Gece Treni  geçmişin peşine düşen, bağlantıları birleştiren, içsel yolculuğu seven insanların seveceği ,okuması bazen ağır ama çok değerli bir kitap.

"Başkaları da aynı şeyi mi hisseder : Kendi dış görüntülerini tanıyamadıkları olur mu? Görüntülerinin onlara yamultulmuş, kaba saba bir sahne dekoru gibi geldiği olur mu? Başkalarının onları algılayışıyla kendi kendilerini algılamaları arasındaki uçurumu dehşetle fark ettikleri olur mu?"

".. açık yüreklilikle ayrılmak demek, bizim, seninle benim , aramızda ne olduğuna dair seninle bir fikir birliğine varmak için çaba göstermemiz olurdu. Çünkü kelimenin tam ve eksiksiz anlamıyla bir veda bu anlama gelir : İki insan, birbirinden kopmadan önce, birbirlerini nasıl görmüş, nasıl tanımış oldukları hususunda anlaşırlar. Aralarında neyin hedefine ulaştığı, neyin yarım kaldığı hususunda. Bunun için korkusuz olmak gerekir. Uyumsuzlukların verdiği acıya katlanabilmelidir insan. Olanaksız olanı da kabul edebilmelidir. Vedalaşmak, insanın kendi kendisiyle de yaptığı bir şeydir. Başkalarının bakışları altında kendine arka çıkmasıdır Vedalaşmaktan korkmanın temelinde ise tapınmak yatar : Olanları altın ışığa daldırmak ve karanlığı yalanla yok etmeye kalkışmak. Bunu yaparken kaybedilen şey, en azından, karanlığı doğuran  o hamlelerde kişinin kendini tanımasıdır."



2 comments:

Mehmet Bilgehan Merki said...

Bu kitabın bir tanıtımını daha okuduğumu hatırlıyorum. İlgimi çeken; İsabel Allende'nin kitap hakkındaki bir yorumunu kapağa taşımışlar. Galiba sırf onun hatırına alıp okunabilecek bir kitap...

arinna said...

İsabel Allende'nin kitaplarını hiç okumadım desem..belki tavsiye edersiniz.Bu kitabın filmi de varmış sanırım ama kitabı kadar iyi midir bilemedim.